Ovülasyon (yumurtlama), overler adı verilen kadın üreme organı yumurtalıklarda oluşan yumurtanın, erkek üreme hücresi sperm ile buluşacağı fallop tüpü adı verilen bir yapıya geçişini ifade eder. Erkek üreme hücresi olan sperm ile yumurtanın birleşmesi bu tüp içerisinde gerçekleşir. Dişi ve erkek üreme hücrelerinin birlikte oluşturduğu yapı embriyo olarak adlandırılır. Embriyo gebelik için olgunlaşmış rahim içerisine yerleşmek üzere ilerler.

Ovülasyon, ortalama olarak 28 gün süren menstrual siklusun fazlarından biridir. Oluşturulan yumurta, erkek üreme hücresi ile birleşmezse menstrüasyon (adet kanaması) ile atılır. 

XX kromozom yapısına sahip kadınlarda rahmin her iki tarafında olmak üzere iki adet yumurtalık bulunur. X kromozomlarının bir çift yerine tek halde bulunması halinde Turner sendromu adı verilen hastalık meydana gelir.

Her over (yumurtalık) 1 ila 2 milyon arasında yumurta hücresi barındırır ve bu yumurtalar döngüsel olarak kişi 50’li yaşlarına gelene kadar atılmaya devam eder. Her yumurtlama döngüsü esnasında mevcut yumurtalardan 1000 tanesi elenir ve aralarından bir tanesi baskın (dominant) folikül olarak seçilir. Sağ ve sol tarafta bulunan yumurtalıklar her ay bir tanesi faaliyete geçecek şekilde çalışmasını sürdürür ve bu döngü kişinin yumurta rezervinin tükenmesi ve menopoz evresine geçişi ile sonlanır. 

Üreme amacıyla overlerde üretilerek rahme atılan yumurtalar, aslında doğumdan itibaren mevcut olup kişi ergenliğe (puberte) girene kadar bekleme döneminde yer alırlar. Puberte dönemi ile birlikte kişide üreme ile ilgili hormonlar salgılanmaya başlar ve yumurtalar bekleme döneminden tekrar aktif formlarına geçiş yaparlar.

İçindekiler

Ovülasyonda Görev Alan Hormonlar Nelerdir?

Vücudunuzda her ay gerçekleşen tüm bu sürecin kontrolünde birçok hormon görev alır. GnRH adı verilen hormon hipotalamustan salgılanır ve hipofiz bezine ulaşarak hipofiz bezini uyarır. GnRH hormonu geniş zaman aralıkları ile salgılandığında hipofiz bezinden FSH (Folikül Stimülan Hormon) olarak adlandırılan hormonun sentezlenmesini sağlar. GnRH hormonunun daha sık aralıklarla salgılanması halinde ise LH (lüteinleştirici hormon) adı verilen hormonun hipofiz bezinden salgılanmasına neden olur. LH hormonu, progesteron sentezinin ve erkek üreme hücresi ile birleşmiş yumurtanın uterus (rahim) içine yerleşmesi için gerekli değişikliklerin başlamasında görev alan bir hormondur. Progesteron hormonu yeterli düzeyde olmazsa gebeliğin sürdürülmesi risk altına girer.

FSH Hormonu Nedir?

FSH hormonu, ön hipofiz bezinden hipotalamusun kontrolü altında salgılanan bir hormondur ve her iki cinsiyet için de üreme fonksiyonlarının gelişiminde rol oynar. FSH hormonu ile ilgili olarak vücudunuzda meydana gelen değişimlere üreme, cinsel gelişim, adet görme, adetin kesilmesi (menopoz) ve çeşitli hipofiz bezi hastalıkları örnek olarak verilebilir.

Salgılanan FSH hormonunun seviyesi, vücudunuzdaki östrojen miktarı ile ters orantılı olarak değişim gösterir. Östrojenik hormonların miktarında artış meydana gelmesi FSH hormonu üretimini baskılar ve bu hormonun kan dolaşımındaki düzeyinde azalmaya neden olur. Aynı zamanda inhibin B ve estradiol (östrojenik hormon) adı verilen maddeler, FSH hormonunun salınımının temel engelleyicileridir.

FSH Hormonu Görevi Nedir?

Hipofiz bezinizin ön kısmından salgılanan FSH hormonunun temel fonksiyonları, yumurtalıklarınızda östrojen sentezinin başlamasını ve yumurta folikülünün gelişmesini sağlamaktır. 

Ovülasyon öncesinde olgunlaşmamış halde olan yumurta hücresi, FSH hormonu ile olgun yumurta folikülü haline gelir. Folikülün içinde gelişmekte olan yumurta hücresi (oosit) dışında granüloza ve teka olarak adlandırılan 2 tip hücre daha vardır. Granüloza hücreleri olgunlaşmasını sürdüren yumurta hücresinin etrafını sarar. Granüloza hücreleri, hipofiz bezinden salgılanan FSH hormonuna cevap olarak androjenlerden östrojen üretimini gerçekleştirir. 

Salgılanan yüksek düzeydeki östrojen hormonu menstrual döngünün başlangıç aşamalarında LH hormonu düzeyini baskılayıcı etki yapar. Yumurta hücresinin folikül içerisinde gelişimini tamamalamaya yaklaştığı dönemde östrojen hormonu seviyesi kritik düzeye ulaşır. Bir süre sonra yüksek düzeydeki östrojen hormonu GnRH hormonunun hipotalamustan salgılanma sıklığını değiştirirerek LH (luteinizan hormon) hormon düzeylerinde arttırıcı etki gösterir.

LH hormonu etkisinde lüteinize hale gelen granüloza hücreleri östrojen yerine progesteron üretimine başlar. 

Yumurta folikülünde yer alan bir diğer hücre de teka hücresi olarak adlandırılır. Folikülün olgun hale geçişini takiben oluşmaya başlayan teka hücreleri yumurta hücresinin etrafını saran granüloza hücrelerinin çevresinde bulunur. Teka hücrelerinin temel fonksiyonu granüloza hücrelerinde östrojene çevrilmek üzere androjen üretimini gerçekleştirmektir.

Granüloza hücrelerinde olduğu gibi LH hormonu etkisinde luteinizasyon adı verilen değişim teka hücrelerinde de gerçekleşir. Bu dönüşüm sonrasında teka hücreleri direkt olarak progesteron sentezine başlar.

Östrojen Hormonu Ne İşe Yarar?

Östrojen hormonu, gelişim aşamasındaki yumurta folikülünden salgılanır ve kadın vücudunda hem üreme sistemi hem de ikincil cinsiyet karakterleri adı verilen kıllanma artışı, göğüs ve kalçalarda büyüme, ses tonunun değişmesi gibi çeşitli fizyolojik değişikliklerin oluşmasında görev alır. FSH hormonu etkisiyle yumurtalıklardan salgılanan östrojen hormonu, vücudunuzda meydana getirdiği bu değişiklikler dışında iskelet sistemi ve kalp damar sağlığı üzerinde de etkili olması nedeniyle önem taşır.

Hormonlar etkilerini hücrelerin üzerinde onları algılayan reseptörler (almaç) vasıtasıyla gösterirler. FSH hormonunu algılama özelliğine sahip reseptör yumurtalıklar dışında; damar duvarında, bazı bağışıklık hücrelerinde, gelişmekte olan plasentada, rahim içi yapı olan endometriumda, kemik dokuda, yağ dokuda ve bazı kanser dokularında bulunur.

•    FSH hormonu ve kemik doku 

FSH hormonu, üreme çağında olan ve olmayan kadınlarda meydana gelen kemik kaybı ile ilişkisi olan bir hormondur. Kadınlarda kemik kütlesi ile ilişkili temel hormonun östrojen olduğu görüşü hakimdir. Ancak yapılan bazı çalışmalarda menopoz dönemine geçiş aşamasındaki kadınların, omurga kemiklerinde meydana gelen kemik erimesi ve hormon seviyeleri karşılaştırılmıştır. Buna göre östrojen seviyesinin FSH hormonuna oranı yüksek olan kadınlarda kemik erimesi seviyesinin daha düşük olduğu tespit edilmiştir.

Bu duruma ek olarak bazı kadınlarda FSH hormonunu algılayan almaçların engellenmesi sonrasında kemik kütlelerinde artış oluştuğu gözlemlenmiştir. FSH ve kemik doku arasındaki bu etkileşimin tam olarak aydınlatılması için daha ileri düzeyde çalışmalara ihtiyaç vardır.

•    FSH hormonu ve yağ doku

Menopoz sonrası dönemde bulunan kadınların vücutlarındaki yağ doku artışı ile FSH hormon seviyeleri arasında doğru orantılı bir ilişki vardır. Yapılan bir çalışmada yüksek FSH hormon seviyelerine sahip kadınlarda yağ doku miktarı ve bel çevresi ölçüleri yüksek olarak saptanmıştır. 

•    FSH hormonu ve kalp damar sistemi

FSH hormonu çeşitli etkileri nedeniyle kalp ve damar sağlığı açısından da önem taşır. Kalbin beslenmesinden ve oksijen desteğinden sorumlu olan koroner damarlarda kireçlenme (kalsiyum birikmesi) ve bazı büyük damarların orta katmanlarında kalınlaşma, FSH hormonu etkisiyle damarlar üzerinde meydana gelen değişikliklere örnek olarak verilebilir.

•    FSH hormonu ve kötü huylu oluşumlar arasındaki ilişki

FSH hormonu seviyeleri yumurtalık kanserlerinde yüksek olarak bulunur. FSH hormonu dışında bu hormonu algılayan reseptörlerin birçok kanser türünde de artmış olarak tespit edilebilir. FSH hormonunun reseptörünün kötü huylu oluşumlar tarafından da kullanılmasının ardında yatan nedenlere; bu reseptörün etkisi sayesinde tümör dokusunun beslenmesini sağlayacak yeni damarların oluşması, kötü huylu hücrelerin başka bölgelere göçü ve hücrelerin çoğalmasının uyarılması örnek olarak verilebilir.

Bu bilgiler ışığında çeşitli kanser türlerinin tedavisinde ileri zamanlarda FSH hormonu temelli tedaviler ortaya çıkabilir.

FSH Hormonunun Menstrual Döngüye Etkisi Nasıldır?

Menstruasyon Nedir?

Menstruasyon (adet görme) hipotalamus, hipofiz ve yumurtalıklardan üretilen hormonların kontrolünde ve döngüsel olarak gerçekleşen bir olaydır. Menstrual döngü temel olarak foliküler ve luteal olmak üzere 2 faza ayrılır. Adet başlangıcından itibaren bir sonraki adet kanamasına kadar geçen süre menstrual döngünün uzunluğunu belirler. Bu süre ortalama olarak 28 gün olup genellikle 25-30 gün arası sürede bu döngü gerçekleşmektedir. 

Döngü süresinin 21 günden daha kısa olduğu kadınlar polimenorajik olarak tanımlanırken döngü süresi 35 günün üzerinde bir sürede gerçekleşirse bu tanım oligomenaroji olarak ifade edilir. 

Her adet kanaması ile birlikte yaklaşık olarak 30 mililitre kan kaybı olur. Kan kaybının 80 mililitrenin üzerinde olması anormal olarak kabul edilir. Üreme çağının uç yaşları olan ergenliğe giriş ve menopoza yakın dönemdeki kadınlarda menstrual döngü düzensizlik gösterebilir. 

Menstruasyonun luteal fazı tüm kadınlarda benzer bir sürede, yaklaşık olarak 14 gün süren bir dönemdir. Menstrual döngünün süresindeki değişkenlik temel olarak foliküler faza bağlı olup bu fazın süresi 10 ile 16 gün arasında değişkenlik gösterir.

FSH Hormonu ve Adet Döngüsü İlişkisi

Foliküler faz, adet döngüsünün ilk gününden itibaren başlar ve ovülasyon (yumurtlama) gerçekleşene kadar devam eder. Bu fazda vücut sıcaklığı düşer, yumurtalıklarda yer alan foliküller gelişmeye başlar. Döngü içerisinde azalan steroid yapıdaki hormonlar ve FSH hormonu üretimini baskılayan inhibin-A maddesinin düşüşü FSH hormonu düzeylerinde artışa neden olur.

Döngünün ilerleyen dönemlerinde gelişmekte olan folikülden salgılanan östrojenik hormonlar ve inhibin-B maddesinin etkisiyle FSH hormonu düzeylerinde azalma meydana gelir. 

Gelişen yumurta foliküllerinden bir tanesi diğer foliküllere göre baskın (dominant) hale gelir. Bir folikülün FSH hormonu etkisinde büyümeye devam ederek dominant hale gelmesi ve diğer foliküllerin gerilemeye başlaması yaklaşık olarak döngünün 8. gününde gerçekleşir.

FSH hormonu dışında bir diğer üreme sistemini ilgilendiren hormon olan LH hormonunun üretimi vücutta en yüksek seviyeye ulaştıktan sonra 10-12 saat içerisinde yumurta folikülünden yumurta hücresinin salınması gerçekleşir. 

Luteal fazda ise yumurta hücresinin serbest hale geçmesinden sonra geride kalan yapıda gerçekleştirilen hormon sentezi ön plandadır. Geride kalan folikül yapısından üretilen hormonlar gebeliğe hazırlık aşamasını başlatır ve rahmin gebeliğe yönelik olarak olgunlaşmasını sağlar.

Foliküler Fazın Süresinde Meydana Gelen Değişiklikler Ne Anlama Geliyor?

Foliküler faz temel olarak döngünün ilk gününden itibaren başlar ve döngünün yarı süresi boyunca sürer. Hipotalamustan hipofiz bezinin uyarılmasını sağlayacak hormonlar sentezlenir ve bu hormonların etkisi sonucunda hipofizden FSH adı verilen hormon salgılanır.

FSH hormonu etkisinde, sayıları 5 ile 20 arasında değişen ve içerisinde olgunlaşmamış yumurta hücresi barındıran folikül yapısı gelişmeye başlar. Folikül yapısı geliştikçe üretilen östrojen hormonu miktarında artış meydana gelir. Yüksek östrojen seviyeleri rahim dokusunda olası gebeliğe yönelik olarak yapılan hazırlıklara katkı sağlar. Östrojen seviyesinin yükselmesi hipofiz bezi üzerinde baskılayıcı etki yaparak üretilen FSH hormonu seviyelerini düşürür.

Foliküler faz menstrual döngünün kadınlar arasında değişkenlik gösteren evresini oluşturur. Foliküler fazın ortalama süresi 16 gün olarak kabul edilir. Ancak 11 ile 27 gün arasında değişen sürelerde de sürebileceği unutulmamalıdır. Bu fazın normalden kısa ya da uzun sürmesi birçok anlama gelebilir:

•    Foliküler fazın normalden daha uzun olması

Foliküler fazın süresi genel olarak yumurta folikülünün olgunlaşması için gereken süreye bağlıdır. Folikülün gelişiminin yavaşlaması halinde fazın süresinde artış meydana gelir. Bu durumun bir sonucu olarak da menstrual siklus normalden daha uzun sürer.

Normalden uzun süren folikül faz doğum kontrol haplarının kullanımı esnasında meydana gelebilir. Aynı zamanda D vitamini seviyesinin düşüklüğü de foliküler fazın süresinde artış meydana gelmesi ile ilişkili bir durumdur.

Foliküler fazın uzaması gebelik istemine yönelik olarak herhangi bir probleme neden olmaz. Foliküler fazın uzun olduğu kadınlarda gebe kalma ihtimali foliküler fazın normal sürede gerçekleştiği kadınlar ile aynı orandadır. 

•    Foliküler fazın normalden kısa olması

Foliküler faz için geçen sürede azalma meydana gelmesi yumurtalıklarda yaşlanmanın başladığının habercisi olabilir. Yumurtalıklarda yaşlanma da menopoz dönemine geçişe işaret eder.

Foliküler fazın süresinin normalden daha kısa olması genellikle 30’lu yaşların sonundaki kadınlarda görülmektedir. Bu dönemde hormon seviyelerinde de birtakım değişiklikler meydana gelir. 

FSH hormonu seviyeleri normalden daha kısa foliküler faza sahip kadınlarda yüksek olarak tespit edilirken LH hormonu seviyesinde ise düşme meydana gelir. Hormon seviyelerindeki bu değişiklik sonrası folikülden yumurta hücresi tam olgunlaşmamış halde salınır ve bu durum çocuk sahibi olma konusunda sorunlara neden olabilir.

Stres Düzeyi Üreme Hormonlarını Nasıl Etkiler?

Yaşamın sürekliliği içerisinde gündelik olarak sürekli stres faktörleri ile karşılaşılmaktadır. Çeşitli sağlık problemleri veya çevrenizde çeşitli sağlık problemleri ile mücadele eden insanların varlığı sizin için stres kaynağı olabilir.

Depresyon ve anksiyete (endişe) gibi psikolojik durumlar da duygusal stres oluşturmaları nedeniyle günlük yaşam içerisinde birer stres faktörü olarak kabul edilir. Beden ve zihin sağlığı dışında kişisel ilişkiler ile ilgili problemler, finansal problemler ve hayatın içinde meydana gelen değişikliklerin de doğal birer stres faktörü olduğu unutulmamalıdır.

Üreme sistemi ile ilgili herhangi bir şikayeti olmayan kadınlarda günlük yaşamın gerektirdikleri sonrasında artan stres düzeyleri menstrual döngü ile ilgili problemlerin boy göstermesini tetikleyebilir. Menopoz dönemine geçiş evresinde (premenopozal) bulunan kadınlarda katı bir şekilde uygulanan diyet veya aşırı egzersiz gibi uzamış fiziksel stres faktörleri de üreme sisteminin fonksiyon kusurları ile ilişkili olarak tespit edilmiştir. 

Üreme çağında bulunan kadınlarda kan testleri ile yapılan biyokimyasal analizler göstermektedir ki günlük stres düzeyi yüksek olan kişilerde östrojenik hormon ve LH hormonu seviyeleri düşük olarak tespit edilmiştir. Bu hormonlarda meydana gelen değişikliğe zıt olarak FSH hormonunun kan dolaşımındaki düzeyi ise stres altında yükselmektedir. 

Stres düzeyinin hormonlara bu etkisinin bir sonucu olarak günlük stres düzeyi yüksek olan kadınlarda sentezlenen progesteron hormon düzeyi de daha düşük olmakta ve yumurtlama (ovülasyon) ile ilgili problemlere yüksek stres düzeyine sahip kadınlarda daha sık rastlanılmaktadır.

FSH Hormonunun Üreme Sistemi Sorunlarındaki Rolü Nedir?

Yaklaşık olarak her 10 çiftten 1’i çocuk sahibi olma konusunda zorluk yaşamaktadır. Çocuk sahibi olamama nedenlerinin cinsiyetler açısından incelendiğinde %33’ü kadın faktörü, %33’ü erkek faktörü ve %33’ü de her iki cinse ait faktörler olmak üzere eşit bir dağılım gösterdiği kabul edilir. 

Testis ve yumurtalık olarak adlandırılan üreme organlarının tam olarak fonksiyon göstermesi beyinde yer alan merkezler tarafından kontrol edilir. Hipotalamus ve hipofiz bezi olarak bilinen bu üst merkezler salgıladıkları hormonlar vasıtasıyla üreme organlarının gelişmesini ve faaliyetlerinin gerçekleşmesini sağlarlar. Üreme organlarını uyarıcı hormonların üretilmesinde, salgılanmasında veya fonksiyonlarında herhangi bir problem meydana gelmesi hipogonodotropik hipogonadizm olarak ifade edilen bir rahatsızlığa neden olur.

Üreme organları ve ilişkili hormonlardan yoksun kişilerde üreme çağının başlangıcı kabul edilen ergenlik dönemine geçişte gecikme meydana gelir veya bu döneme geçiş hiçbir zaman gerçekleşmez. Bu duruma neden olabilecek birçok rahatsızlık mevcut olsa da hipogonodotropik hipogonadizm temel olarak FSH ve LH hormonlarının yetmezliği sonucunda oluşmaktadır.

Hormonların Üreme Sistemine Etkisi

LH hormonu da FSH hormonu gibi ön hipofiz bezinden GnRH hormonu kontrolünde salgılanır. LH hormonu her iki cinsiyette de ilkel üreme hücrelerinin gelişimine katkıda bulunur. Kadınlarda LH hormonu, menstrual döngünün uzunluğu ve düzeni üzerinde etkilidir. Yumurtanın yumurtalıktan salınmasında ve yumurtanın rahime yerleşmesinde rol oynar. LH hormonu aynı zamanda yumurtalıklardan steroid yapıda hormonların üretilmesini tetikleyici etki yapması nedeniyle önem arz eder.

Yumurtalıklarda, yumurta hücresini barındıran folikül yapısında bulunan diğer bazı hücreler östrojenik hormon sentezleme yeteneğine sahiptir. Östrojenik hormonların ön maddesi LH etkisinde üretilirken daha sonraki aşamalarda FSH hormonu devreye girerek bu ön maddelerden östrojenik hormon sentezini gerçekleştirir.

Üretilen östrojenik hormon seviyeleri belirli bir düzeye ulaştığında LH hormonu üzerinde baskılayıcı etki yapar. Ancak LH hormonunun aynı zamanda östrojenik hormonlar için ön maddenin sentezinde görev alması nedeniyle bu durdurucu etki uzun süreli olarak devam etmez. Bu süreç sonucunda LH hormonu seviyelerinde tekrar artı meydana gelir. LH hormon seviyelerinin bu şekilde dalgalanması yumurtlamayı uyarıcı etki yapar.

LH hormonunun bu özellikleri temel alınarak geliştirilen araçlar (tahmin kitleri), gebelik istemi bulunan kadınlarda yumurtlamanın tam olarak hangi gün gerçekleşeceğinin tahmininde kullanılabilir. Bu araçların çalışma prensibi idrar içerisinde yer alan LH hormon miktarının ölçülmesine dayanır.

Yumurta hücresinin folikülden serbest hale geçmesi sonrası geride kalan yapı korpus luteum adını alır ve hamileliğin meydana gelmesi durumunda gebeliğin devamı için gerekli olan steroid yapıdaki progesteron hormonunu LH ve hCG hormonları etkisinde salgılama görevini erken gebelik döneminde üstlenir. Plasentanın gelişimini tamamlaması ile birlikte progesteron sentezleme görevi korpus luteumdan plasentaya geçmiş olur.

İnfertilite (Kısırlık) Tedavisinde FSH Hormonunun Önemi Nedir?

İnfertilite Nedir?

İnfertilite (kısırlık) kavramı 1 yıl boyunca gebelik istemi içerisinde korunmasız olarak gerçekleştirilen cinsel birlikteliğe rağmen gebeliğin sağlanamamasını tanımlayan bir ifadedir. İnfertiliteye sebep olan durumun hem erkeğe hem de kadına eşit oranda bağlı olduğu kabul edilmektedir.

Kadınlar açısından infertilite ile sonuçlanan nedenlere yumurtlama (ovülasyon) kusurları, fallopi tüplerinde meydana gelen tıkanıklıklar veya rahim iç yapısının rahim dışında da gelişmesi rahatsızlığı (endometriozis) örnek olarak verilebilir. 

Kısırlık Tedavisinde FSH Hormonu

Yumurtalıkların uyarılması amacıyla FSH ve LH hormonlarının kullanımı infertilite tedavisinde başvurulan yöntemlerden biridir. Gebelik istemi bulunan kadında bu isteğin gerçekleştirilmesi amacıyla hekim tarafından ART olarak kısaltılan yardımlı üreme teknolojilerinden faydalanılabilir.

Yumurta hücresini barındıran folikülün ve ovülasyonun doğru şekilde gerçekleşmesi için FSH ve LH hormonlarına ihtiyaç vardır. Bu nedenle ART uygulanan kadınlarda hormon seviyelerinin değerlendirilmesi ve eksiklikleri durumunda dışarıdan verilmesi gerekebilir.

Kan dolaşımında bulunan üreme organı uyarıcı hormon seviyelerinin düşüklüğüne ek olarak östrojen seviyesinin de düşük tespit edildiği kadınlarda FSH ve LH hormonlarını bir arada içeren ilaç tedavisi uygulanabilir. Ancak gebelik istemi ve infertilite şikayeti ile başvuran kadınlarda bakılan 3 hormon seviyesinin birlikte düşük olarak tespit edilmesi nadir olarak karşılaşılan bir durumdur.

Gebelik istemi ve infertilite şikayeti ile başvuran kadınların hormon seviyeleri incelendiğinde genel olarak bir uyumsuzluk ön plandadır. Uyumsuz hormon seviyeleri tespit edilen kadınların çoğunluğunda polikistik over sendromu tespit edilmektedir.

ART kullanılarak gebelik isteminin yerine getirilmesi planlanan kadınlarda yumurtalıkların kontrollü bir şekilde uyarımının sağlanması amacıyla FSH hormonu dışarıdan verilebilir. Kontrollü bir şekilde normalden daha yüksek düzeylerde uyarılan yumurtalıklardan gebelik isteminin yerine getirilmesi amacıyla daha fazla miktarda yumurta folikülünün olgunlaşması sağlanabilir. 

Günümüz şartlarında FSH hormonunun infertilite tedavisinde kullanımı daha güvenli bir hal almıştır. Bunun nedeni ise daha saf formlarda FSH hormonunun elde edilebilmesinden gelir. 

FSH hormonu tedavisi uygulanan kişilerde genel olarak ağır bir yan etki ile karşılaşılmayabilir. En sık karşılaşılan yan etkiyi ise enjeksiyon yapılan bölgedeki deride meydana gelen reaksiyon oluşturur. 

FSH hormonu tedavisi uygulanan kişilerde en çok korkulan istenmeyen etki ise yumurtalıkların dışarıdan verilen hormona bağlı olarak aşırı uyarıldığı bir düzeye geçiş yaptığı ovarian hiperstimülasyon sendromu (OHSS) olarak adlandırılan durumdur.

Ovarian Hiperstimülasyon Sendromu (OHSS) ve FSH Hormonu Arasındaki İlişki Nedir?

Ovarian Hiperstimülasyon Sendromu (OHSS), özellikle infertitile (kısırlık) tedavisi (ART, yardımcı üreme teknikleri) sırasında yumurtalıkların uyarılması amacıyla verilen hormonların istenmeyen bir yan etkisi olarak meydana gelir. 

Bu durumunun gelişimini izleyen dönemde yakın bir takibe alınan kişi genellikle bu durumun üstesinden gelebilse de %2 gibi bir ihtimalle şiddetli vakalar da oluşabilmektedir. ART uygulaması esnasında yumurta hücrelerinin toplanmasını içeren bir aşama bulunur. Bu aşamayı takiben 9 gün içerisinde OHSS meydana gelirse “erken”, sonraki dönemde meydana gelirse “geç” OHSS olarak ifade edilir.

OHSS oluşması ve seyrinde bazı genetik faktörler de rol oynar. FSH hormonu reseptörü ile ilgili genler bu genetik faktörlere örnek olarak verilebilir. Genetik farklılıkların OHSS gelişimi ve seyrinde etkili faktörler arasında yer alması, aynı özelliklere sahip kadınlara aynı FSH hormonu dozu verilmesine rağmen bazılarında yumurtalıkların aşırı uyarılması meydana gelirken bazılarında bu aşırı uyarılmanın oluşmamasının nedeni olarak kabul edilebilir.

Ovarian hiperstimülasyon Teşhis ve Tedavisi

ART uygulanan kadınlarda FSH hormonu ile ilgili genetik değişiklikler gibi çeşitli faktörlerin OHSS gelişimine zemin hazırlayan risk faktörleri olarak görülmesi nedeniyle bu durumların tespiti sonrasında tedavi planlaması içerisinde aynı zamanda tedavi uygulanan kişiyi korumaya yönelik önlemlerin de değerlendirilmesi gerekliliği doğmuş olur.

Ovarian hiperstimülasyon sendromunun tedavisine dair en önemli adımı bu durumun gelişmesini engellemek adına alınabilecek önlemler oluşturur. OHSS her ne kadar ilerleme eğiliminde olmayan bir durum olsa da nadir olarak ciddi bir seyir izleyebileceği hatta ölümcül olabileceği unutulmamalıdır.

Ovarian hiperstimülasyon sendromunun önlenmesine yönelik olarak atılabilecek adımların başında uygulanan FSH hormon düzeyinin düşürülmesi veya kişiselleştirilmesi denenebilir. Tedavi planlaması içerisinde uygulanan hormon dozlarının kişiselleştirilmesindeki amaç, yumurtalıkların uyarımını sağlayacak doza ulaşıldığı ancak yumurtalıkların aşırı uyarılmış bir düzeye ulaşmasına neden olacak bir dozun uygulanmadığı, en uygun hormon dozunun tespit edilmesi ve kullanılmasıdır.

Yardımcı Üreme Tekniklerinden IVF’de FSH Hormonunun Rolü Nedir?

IVF (In Vitro Fertilizasyon), kadından alınan yumurtanın eşinin spermi ile laboratuvar şartlarında döllenmesinin (fertilizasyon) gerçekleştiği bir yardımcı üreme tekniğidir. Döllenmiş yumurta embriyo olarak adlandırılır. Daha sonraki aşamada ise embriyo rahim içerisine transfer edilir. Bu tekniğin halk dilindeki adı tüp bebek yöntemidir.

Çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin bu hedeflerini yerine getirmede başarısız olması durumunda uzman hekimler tarafından gerçekleştirilen yardımcı üreme teknikleri devreye girebilir. Çeşitli durumlarda IVF uygulaması ön plana çıkmaktadır:

  • 40 yaşından önce üreme fonksiyonlarında bozulma olması durumunda tüp bebek uygulaması yapılabilir.
  • Yumurta hücresinin yumurtalıklar ve rahim arasında geçiş yaptığı yaptığı ve döllenmenin gerçekleştiği yapı olan fallopi tüplerinde tıkanıklık ya da hasar meydana gelmesi halinde IVF düşünülebilir.
  • Yumurtalık fonksiyonlarında bozulma tespit edilmesi durumunda IVF uygulanabilir. 
  • Endometriozis (rahim dokusunun rahim dışı yapılarda gelişmesi) hastalığında yardımcı üreme tekniklerine başvurulabilir.
  • Nedeni bulunamayan infertilite (kısırlık) durumlarında IVF uygulaması çözüm sunabilir.

IVF uygulaması öncesinde öncelikle yumurtalık rezervinin tespit edilmesine yönelik birtakım testler uygulanır. Bu tesler arasında FSH hormonun kan düzeyinin tespit edilmesi de yer alır. FSH hormon düzeylerinin ilgili hekim tarafından yorumlanması ile yumurta hücrelerinin boyutu ve kalitesi hakkında fikir elde edilebilir.

In Vitro Fertilizasyon tekniği temel olarak 5 adımda gerçekleştirilir:

  • Stimülasyon: Menstrual döngü içerisinde genel olarak her ay 1 adet yumurta üretimi gerçekleşir. Ancak bu uygulamada yaşayabilir embriyo elde etme ihtimalini arttırmak adına birden fazla yumurta gereklidir. Bu amaca yönelik olarak üreme fonksiyonlarını arttırıcı etki gösteren ilaçlar hekimler tarafından reçetelendirilir ve üretilecek yumurta sayısının arttırılması sağlanır.
  • Yumurta toplanması: Üretilen çok sayıda yumurtanın ultrason eşliğinde ve anestezi altında toplandığı cerrahi işlem adımıdır.
  • Inseminasyon (erkek üreme hücresi ile yumurta hücresinin birleştirilmesi): Diğer eşten alınan erkek üreme hücresi (sperm) örneği ile yumurta embriyo oluşturmak üzere bir araya getirilir. Eğer birleşme işlemi kendiliğinden gerçekleşmez ise hekim tarafından ICSI (intra sitoplazmik sperm enjeksiyonu) adı verilen bir yönteme başvurulabilir. Bu yöntem mikroskop altında gerçekleştirilir ve sperm direkt olarak çok ince bir iğne kullanılarak yumurtanın içine enjekte edilir. 
  • Embriyo kültürü: Bu aşamada hekim oluşturulan embriyonun çoğalıp geliştiğini gözlemler. Gerekli durumlar oluşturulan embriyoların herhangi bir kalıtsal hastalık taşıyıp taşımadığına dair genetik inceleme yöntemlerine başvurulabilir.
  • Transfer: Yeterli büyüklüğe ve olgunluğa ulaşan embriyoların rahim içerisine yerleştirildiği evredir. İnce bir tüp şeklinde olan katater yardımıyla vajenden rahme doğru ilerlenir ve embriyo rahim dokusu içerisine bırakılır.  Yaklaşık olarak 1 hafta 10 gün süren embriyonun rahim duvarına yerleşmesi sonrasında gebelik dönemi başlar.

FSH Hormonu Testi Nedir?

Folikül stimülan hormon (FSH) üreme sistemi için önem arz eden bir hormondur. Yumurtalıklarda yer alan ve yumurta hücresini içeren foliküllerin gelişimini sağlar. Bu folikülden aynı zamanda östrojen ve progesteron adı verilen hormonlar sentezlenmekte olup kadın vücudunda gerçekleşen menstrual döngü ve gebelik durumuna bu hormonlar destek olur. 

FSH hormonu testi kan dolaşımında yer alan hormon düzeyinin tayini için yapılır. Bu testin yapılmasını gerektiren durumlara üreme sistemi ile ilgili problemler, adet düzensizlikleri, hipofiz bezi ve yumurtalık ile ilgili problemler örnek olarak verilebilir.

Bazı sağlık durumlarının bu testin sonucunu etkilemeleri nedeniyle göz önünde bulundurulmaları gerekebilir. Kontrol altına alınamamış bir tiroid hastalığı, yumurtalıklardaki kistler ya da normal düzenin dışında meydana gelen vajinal kanama varlığında test öncesi ilgili hekim ile fikir alışverişi yapılmalıdır.

Yüksek FSH Hormon Değerleri

Test sonucunda elde edilen FSH hormon düzeyinin yüksek tespit edilmesi yumurtalık fonksiyonlarının bozulduğuna, menopoza geçiş dönemine, polikistik over sendromuna veya Turner sendromu gibi çeşitli genetik hastalıkların varlığına işaret ediyor olabilir.

Yüksek tespit edilen FSH hormonu yumurtalıklarda üretilen yumurtaların kalitesinin düştüğüne işaret edebileceği için hamile kalmak isteyen kadınlarda ayrıca önem arz eder. 

Düşük FSH Hormon Değerleri

Düşük FSH hormon seviyesi, kadınlarda yumurta üretiminin durmuş olduğu anlamına gelebilir. Aynı zamanda düşük FSH hormonu seviyeleri, üreme ile ilgili hormonların sentezlenmesinin beyindeki kontrol merkezi olan hipotalamusta ya da FSH hormonunun üretim yeri olan hipofiz bezindeki bir rahatsızlığın belirtisi olabilir.

FSH hormonu seviyelerinde değişikliklerin meydana gelmesi aynı zamanda aşırı zayıflık ve aşırı stres durumlarında da ortaya çıkabileceği için dikkatli olunmalıdır.

FSH Hormonu Normal Değerleri Kaç Olmalı?

Menstrual döngü temel olarak 3 bölüme ayrılır. Foliküler faz olarak adlandırılan dönemde yumurta folikülü gelişir, ovülasyon fazında yumurta tüpe geçer, sonrasında ise luteal faz adı verilen dönem başlar. Luteal faz esnasında yüksek düzeyde üretilen östrojen ve progesteron hormonu, FSH hormon düzeyi üzerinde baskılayıcı etki gösterir.

Döngü esnasında üretilen hormonların FSH hormonu düzeyi üzerindeki etkileri nedeniyle, “FSH hormonu kaç olmalı?” sorusunun cevabı için belirlenen normal değer aralıkları üç faz arasında değişkenlik gösterir:

  • Ovülasyon döneminde FSH hormonu için normal değer aralığı: 6,3-24 mlU/ml
  • Foliküler dönemde FSH hormonu normal değer aralığı: 2,9-12 mlU/ml
  • Luteal dönemde FSH hormonu için normal değer aralığı: 1,5-7 mlU/ml

Düzensiz adet kanamalarına ek olarak, ölçülen FSH hormon değerlerinin normal değer aralıklarının üstünde olması, menopoz dönemine geçiş yılları içerisinde olduğunuzu gösteren bir belirti olabilir. Menopoz dönemi içerisinde yer alan kadınlarda ise ölçülen FSH hormon değerleri için normal değer aralığı 17-95 mlU/ml gibi daha yüksek değerlere ulaşır.

Menopoz ve Üreme Fonksiyonları İçin FSH Hormonu Referans Değerleri Kaç Olmalıdır?

Üreme sisteminin uyarıcı hormonlarından biri olan FSH hormonu temel olarak yumurtalıklar üzerinde etki gösterir. FSH hormonu etkisinde yumurtalıklarda bulunan foliküllerin aktivasyonu ve barındırdıkları yumurta hücresinin serbest kalması sağlanır. 

FSH hormonunun sagılanamadığı durumlarda kadınların üreme döngüsü kesintiye uğrar ve yumurta hücresinin serbest kalması gerçekleşemez. Hekimler, FSH hormonu düzeyinin tespit edilmesine yönelik olarak ilgili kan testini çeşitli durumlarda isteyebilir. Yumurtlama ile ilgili şikayeti olan kadınlarda altta yatan nedene bağlı olarak FSH hormonu seviyesi yüksek ya da düşük olarak tespit edilebilir.

Özellikle adet düzensizliğinin başladığı veya adetin kesildiği kadınlarda FSH hormon düzeyi için test yapılması gerekli olabilir. Yüksek olarak tespit edilen hormon düzeyleri menopoz dönemine geçişe işaret edebilir. Ölçülen FSH hormonu düzeyi mililitre başına 30 mili-internasyonel ünite (mIU/ML) veya daha yüksek olarak tespit edilen kadınların 12 aydan daha uzun süredir adet görmemesi halinde büyük ihtimalle menopoz dönemine geçiş söz konusudur. FSH hormon düzeyi menopoz dönemine geçiş evresinde olan kadınlar ile halihazırda bu evrede bulunan kadınlarda değişkenlik gösterir:

  • Postmenopozal (menopoz evresi içinde) kadınlar için FSH hormonu referans aralığı 16,7 ile 113,6 IU/L arasında değişkenlik gösterir.
  • Premenopozal (menopoz evresine geçiş döneminde) evrede bulunan kadınlar içinse FSH hormonu için referans değerleri, kadının menstrual döngünün hangi evresinde bulunduğuna göre değişkenlik gösterir. Foliküler evre için FSH hormon düzeyi referans aralıkları 3,9 ile 8,8 IU/L arasında değişkenlik gösterirken, midsiklus fazı için 4,5 – 22,5 IU/L ve luteal faz için 1,8-5,1 IU/L arasındadır.

Test sonucunda elde edilen değerlerin ilgili hekim tarafından yorumlanması ile olası nedenler ve tedavi seçenekleri için bilgi alınabilir. Erken menopoz döneminde olduğu tespit edilen kadınlarda ortaya çıkan şikayetlerin kontrol altına alınmasına yönelik olarak ilgili hekim tarafından hormon replasman terapisi uygulamalarına başvurulabilir.

45 yaşından daha büyük kadınlarda FSH hormon düzeyinin tayin edilmesine ilave olarak çeşitli şikayetlerin varlığı menopoz evresine geçişe dair bilgi sağlayabilir. Özellikle sıcak basması, duygu durum değişiklikleri ve uyku problemlerinin baş göstermesi menopoz evresine geçişe ait belirtilerin başında gelir. 

Menopoza Geçiş Sonrasında Hamile Kalınabilir Mi?

Üreme çağında bulunan kadınlarda östojen, progesteron, LH ve FSH hormonları üreme sisteminin fonksiyonlarını kontrol eder. Aylık olarak tekrarlayan menstural döngüde LH, FSH ve östrojen ortak bir çalışma içerisinde yumurta folikülünün olgunlaşmasını ve üreme fonksiyonlarının yerine getirilmesi için folikülün içerisinden yumurta hücresinin serbest hale geçmesini sağlama görevini üstlenirler.

Ovülasyon (yumurtlama) sonrasında LH hormonu progesteron adı verilen hormonun salgılanmasını uyarır. Progesteron salgılanması hamileliğin devamı için hayati bir öneme sahiptir. LH ve FSH hormonlarının düzeyleri vücut için normal kabul edilen aralıklarda olmadığı takdirde ovülasyon (yumurtlama) gerçekleşemez. 

Menopoza Girdiğimi Nasıl Anlarım?

Perimenopoz olarak ifade edilen dönem adet döngüsünün düzensizleştiği menopoza geçiş dönemini tanımlar. Yumurtalıklardan östrojen ve progesteron hormonunun sentezi bu dönemde yavaşlamaya başlar. Yumurtalıkların fonksiyonlarındaki bu azalmanın bir sonucu olarak üreme organlarının uyarılmasından sorumlu LH ve FSH hormonlarının seviyelerinde yükselme meydana gelir.

Hormon seviyelerinde oluşan bu dalgalanma neticesinde kadınlarda sıcak basması ve gece terlemesi gibi belirtiler oluşabilir. Zaman içerisinde menstrüasyon süresinde ve sıklığında değişiklikler oluşabilir ve adet düzensizliği de bu belirtiler arasına eklenir. Menopoz dönemine geçiş evresi birkaç yıl süreyle devam eder.

Perimenopoz dönemi boyunca düzensiz şekilde devam eden adet kanamaları bazen kesilir ve sonrasında tekrar görülebilir. Birçok kez yaşanabilen bu durum kişide menopoza geçişin olup olmadığına dair kafa karışıklığına neden olur. Son adetin görülme tarihinden itibaren adet kanamalarının bir yıldan daha uzun süre boyunca gerçekleşmemesi halinde menopoz dönemine geçiş söz konusudur. Menopoz dönemi başlangıcı genel olarak 40 – 55 yaşları arasında meydana gelir.

Menopoz dönemi sonrasında hamile kalmak IVF (in vitro fertilizasyon) adı verilen üreme tekniği sayesinde gerçekleştirilebilir. Kişinin menopoz öncesi dönemde dondurduğu yumurtalarının laboratuvar şartlarında eşinin üreme hücresi ile birleştirilmesi neticesinde gebelik istemi yerine getirilebilir.

Kadınlarda ileri yaşlarda gerçekleşen gebelikler bir dizi sağlık sorununun gelişimine dair riskleri de beraberinde getirir. Hamilelik esnasında ortaya çıkan şeker hastalığı, yüksek kan basıncı, plasenta yerleşim anormallikleri, sezaryen doğum gerekliliğinde artış ve bebeğin prematüre doğumu ileri yaş gebeliklerde ortaya çıkabilecek sağlık sorunlarına örnek teşkil eder.

FSH Hormonu Değerleri Hangi Hastalıklarda Değişir?

Kan dolaşımında LH ve FSH hormon seviyelerinin azaldığı durumlara polikistik over sendromu ve erken yumurtalık yetmezliği olarak adlandırılan hastalıklar örnek olarak verilebilir. Kişide meydana gelen üreme sistemi ile ilgili sorunlar, bu hastalıklar sonucu meydana gelebileceği için dikkatli olunmalıdır.

Fizyolojik durumlar dışında çeşitli hastalıklar sonucunda ölçülen FSH hormon değeri normalden farklı olarak tespit edilebilir:

   Polikistik Over Sendromu (PKOS)

Üreme çağındaki kadınlar arasında en sık karşılaşılan hormonal bozukluklardan biri olan polikistik over sendromu, bu yaş grubundaki kadınların yaklaşık olarak %5 ile %15’ini etkileyen bir rahatsızlıktır. Bu sendromun meydana gelmesinde genetik faktörler bir yatkınlık oluşturabileceği gibi obezite ve insülin direnci gibi durumlar da polikistik over sendromunun gelişmesine zemin hazırlayabilir.

Yumurtalıkların görüntüleme yöntemleri ile incelenmesinde çok sayıda kistin varlığının tespit edildiği bu hastalık, üreme hormonları arasındaki dengenin (LH/FSH hormonlarının oranı) bozulması sonucunda meydana gelir. Bu rahatsızlığın belirtileri arasında kıllanma artışı, obezite, insülin direnci, düzensiz adet görme ve çocuk sahibi olamama gibi şikayetler yer alır.

PKOS gelişen kadınlarda; infertilite, metabolik sendrom, bozulmuş glikoz toleransı, tip 2 şeker hastalığı, kalp damar sorunları, depresyon, uyku apnesi ve daha birçok rahatsızlığın polikistik over sendromu ile ilişkili olduğu tespit edilmiştir. Dolayısıyla bu duruma yönelik olarak gerçekleştirilecek erken tanı ve tedavi yaklaşımları önem arz eder.

Polikistik Over Sendromu Teşhisi

Polikistik over sendromunun tanısal yaklaşımı temel olarak kabul edilen 3 kriterden 2’sinin varlığının tespit edilmesine dayanır. Bu temel 3 kriter; uzun bir dönem boyunca yumurtlamanın gerçekleşmemesi (kronik anovülasyon), hiperandrojenizm bulguları ve yumurtalıklarda çoklu kistik yapıların görülmesidir.

Yumurtlamanın gerçekleşmediği dönem için esas alınan süre 35 gündür. 32 ile 35 günün arasındaki bir süre zarfında ovülasyon gerçekleşmemesi hususunda bir şikayet söz konusu ise yumurtlama ile ilgili fonksiyon bozukluğu için ileri incelemeler gerekebilir. Yetişkinler için 35 gün olan bu süre, eğer ovülasyonun gerçekleşmemesi nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvuran kişi ergenlik döneminde ise 40 gün olarak kabul edilir.

Yetişkin bir kadında koyu renkte ve kalın kıllanma artışı, erkek tipi saç kaybının meydana gelmesi ve sivilce probleminin boy göstermesi gibi durumlar hiperandrojenizm bulguları olarak kabul edilir. 

Yumurtalıklarda çoklu kistik (polikistik) yapıların varlığının gösterilmesinde transvajinal yol ile uygulanan ultrason görüntüleme yöntemi daha doğru sonuç verir. Elde edilen görüntülerde yumurtalıklarda 10 mm’den küçük en az 25 adet folikülün varlığı tespit edilebilir. Aynı zamanda yumurtalıkların hacminin de incelenmesi yapılır ve yumurtalık hacmi için sınır olarak kabul edilen değer 10 mililitredir. 

10 mililitreden daha geniş hacme sahip yumurtalıkların tespit edilmesi halinde polikistik over tanısı için tespit edilmesi gereken folikül sayısı yarıya iner.

PKOS Tedavisi

Polikistik over sendromu tanısı alan kişilerde obezite de söz konusu olduğunda yaşam tarzı değişiklikleri tedavi planlaması içinde yer alır. Günlük kalori alımının kısıtlanması ve çeşitli fiziksel aktivitelerin gerçekleştirilmesi sonrasında kilonun tekrar normal değer aralığına getirilmesi, polikistik over sendromu tanılı obez kişilerde başvurulabilecek yaşam tarzı değişikliklerinin başında gelir.

Kıllanma, sivilce ve ovülasyonun gerçekleşmemesi gibi şikayetlerin kontrol altına alınmasına yönelik olarak hekim tarafından çeşitli hormonal doğum kontrol uygulamalarının (ilaçlar, bantlar veya vajinal halkalar) reçetelendirilmesine başvurulabilir. 

Polikistik over sendromu ile birlikte şeker metabolizmasına dair çeşitli sorunlar yaşayan kişilerde insülin hormonuna karşı duyarlılığı arttırıcı ilaçlar tedavi planlaması içerisinde yer alabilir.

 Hipogonatropik Hipogonadizm

FSH hormonu düşüklüğü dışında adet görmeme şikayeti bulunan kadınlarda sorun, beyinde yer alan hipotalamus veya hipofiz bezinden kaynaklanabilir. Çeşitli genetik mutasyonlar ya da sendromlarla birlikte hipogonodotropik hipogonadizm doğuştan itibaren var olabileceği gibi travma ya da tümör gibi sebeplerle yaşamın ileri yıllarında da ortaya çıkabilir.

Kafa bölgesinde meydana gelen bir travma sonrasında beyin hasarı oluşabilir ve bu hasarı takiben kişide çeşitli nörolojik fonksiyon kayıpları ortaya çıkabilir. FSH ve LH gibi üreme ile ilgili organları uyarıcı hormonların salgılandığı merkezlerin beyinde yer alması nedeniyle kafa bölgesinde oluşan travmalar bu hormonların üretiminin ya da salgılanmasının engellenmesine neden olacak şekilde sonuçlanabilir.

FSH ve LH hormonları hipofiz bezinden bir üst merkez olan hipotalamasun kontrolünde salgılanırlar. Hipotalamusta oluşan bir problem neticesinde bu hormonlar ile ilgili ortaya çıkan problemlerin altında yatan sebep genellikle beslenme problemleri olarak karşımıza çıkar. 

 Kallmann Sendromu

Anne karnındaki gelişim döneminde meydana gelmiş sorunlar nedeniyle hem hipogonadotropik hipogonadizm hem de koku alma yetisinin kaybı ile sonuçlanan rahatsızlıkta, ölçülen FSH hormonu normal değerlerin altında tespit edilir.

Kallmann sendromunda FSH hormonu düşüklüğünün nedeni GnRH salgılayan hipotalamik sinir yapılarının gelişmemesinden kaynaklanır. Cinsiyet özellikleri üzerine etkili hormonların eksikliği sonucunda Kallmann sendromu bulunan kişilerde cinsel fonksiyonlarda olgunlaşma ve cinsiyetlere dair çeşitli özelliklerin gelişimi gerçekleşemez.

Kallmann sendromuna sahip bireylerin sağlık kuruluşlarına başvurusuna neden olan temel şikayet ergenliğe geçişin gecikmesidir. Buna neden olabilecek diğer hormonal ve sistemik hastalıkların Kallmann sendromundan ayırt edilmesi amacıyla çeşitli hormon seviyelerinin ölçülmesini sağlayan laboratuvar testlerinden yararlanılabilir. 

Kallmann sendromu olan bireylerde tedavide eksik olan hormonların dışarıdan verilmesi üreme sistemi problemlerine dair fayda sağlayabilir. Hastalığın seyrinde meydana gelen osteoporoz, kalp hastalıkları, psikolojik bozukluklar veya sinir sistemi hastalıkları varlığında oluşmuş rahatsızlık ile ilgili hekim tedavi planlamasına dahil edilir.

Hipofiz Bezi Tümörleri

Hipofiz bezinde meydana gelen tümör oluşumları genellikle hormon sentezleme özelliğine sahip değildir. FSH hormonu sentezleyebilme yeteneğine sahip bir hipofiz hücresinin, kontrolsüz çoğalması sonucu meydana gelen hipofiz tümörünün söz konusu olduğu durumlarda FSH hormonu yüksekliği görülebilir ancak bu çok nadir karşılaşılan bir durumdur. 

Hipofiz bezinde oluşan tümöral doku, çevresinde bulunan yapılara baskı yapabilir ve bu durum sonucunda birtakım belirtiler oluşabilir. Tümörün bası etkisi sonucu oluşabilecek belirtiler arasında görsel problemler, ani gelişen baş ağrısı atakları ve çeşitli hormonların yetmezliği örnek olarak verilebilir.

Yetmezliğin meydana geldiği hormonların üreme organlarına etki eden hormonlar olması durumunda adet görmeme şikayeti ortaya çıkar.

Prolaktin adı verilen bir diğer hormonu salgılama özelliğine sahip hipofiz tümörü varlığında, bu hormonun seviyesinin yükselmesi ile üreme fonksiyonları üzerine etki eden hormonların seviyelerinde azalma meydana gelir. FSH ve LH hormonlarının düzeylerinde meydana gelen bu baskılanma sonucunda infertilite, cinsel isteksizlik ve kemik erimesi gibi şikayetler boy gösterebilir.

Hipofiz bezinde oluşmuş tümörlerin varlığının ortaya konmasına dair bilgisayarlı tomografi ve manyetik rezonans görüntüleme gibi radyolojik yöntemlerden yararlanılır. Görüntüleme yöntemlerine ek olarak tümörün hormon seviyelerinde meydana getirdiği değişiklikler biyokimyasal laboratuvar testlerinden faydalanılarak ortaya konabilir.

Hipofiz tümörlerinin tedavisi tümörün fonksiyon gösterip göstermemesine göre değişir. Fonksiyon göstermeyen hipofiz tümörlerinin tedavisinde tümörün cerrahi olarak çıkarılması ön plandadır. Cerrahi müdahale ile tümörün tamamen çıkarılamadığı hastalarda cerrahi girişime ek olarak radyoterapi uygulamasından faydalanılabilir.

Hipofiz tümörünün hormon sentezleyen bir yapı olması durumunda ise sentezlediği hormon ve etkilerinin kontrol altına alınması amacıyla cerrahi tedaviye ek olarak dengeyi tekrar sağlayacak çeşitli ilaçların kullanımı da tedavi planlamasında gündeme gelebilir.

Prematür Overyan Yetmezliği (POF)

40 yaşından önce yumurtalıkların fonksiyonlarında bozulma meydana gelmesi prematür overyan yetmezlik olarak adlandırılır. Bu rahatsızlıkta yumurtalıklar, yumurta foliküllerinin erken tükenmesine bağlı olarak hormonal ve üreme ile ilgili görevlerini yerine getiremez.

Prematür overyan yetmezlik gelişimine dair genetik yatkınlık ön plandadır. Bazı durumlarda ise bu rahatsızlık bağışıklık sisteminin yumurtalıklarda yer alan folikülleri hedef alması neticesinde otoimmün bir hadise olarak meydana gelebilir. Kadınların yaklaşık olarak %1’inde prematür overyan yetmezlik ile karşılaşılır. Bu rahatsızlık kişide temel olarak çocuk sahibi olamama ve adet kesilmesi şikayetlerine neden olur. Hekim tarafından gerçekleştirilen fizik muayenede genç bir kadında menopoz dönemine ait belirtilerin varlığı tespit edilebilir.

Bu hastalığın tanısal yaklaşımında hormonların seviyelerinin tespit edilmesi fayda sağlayabilir. Bu rahatsızlık, düşük östrojenik hormon seviyelerine ilave olarak yüksek FSH hormon seviyesi ile karakterizedir. Düşük östrojen seviyesinin bir sonucu olarak kişide sıcak basması, aşırı terleme, sinirlilik, zayıflık ve deri kuruluğu gibi belirtiler oluşabilir. Aynı zamanda östrojenik hormonların kemik mineralizasyonuna etkisi nedeniyle bu rahatsızlığın meydana geldiği kişilerde kemik yoğunluğu azalmış olarak tespit edilebilir.

Turner Sendromu 

Yumurtalıkların gelişme probleminin meydana geldiği Turner sendromu, kadınlarda cinsiyet kromozomlarına bağlı olarak ortaya çıkan genetik hastalıkların en sık karşılaşılanıdır. Normal şartlarda 2 adet olması gereken X kromozomunun bir tanesinin eksikliği durumunda Turner sendromu ortaya çıkar. Bu hastalığa sahip bireylerde kan dolaşımında yer alan FSH hormon düzeyleri yükselmiş olarak bulunur.

Yaklaşık olarak dünyaya gelen her 2000 kız bebekten biri bu rahatsızlığa yakalanmış olarak dünyaya gelir. Tek X kromozomunun oluşmasındaki nedenler anne ve babaya ait üreme hücrelerindeki cinsiyet kromozomlarının eksikliğine bağlı olarak oluşabilir.

Tuner sendromu bebek henüz anne karnındayken çeşitli anormal ultrasonografi bulguları ile kendini gösterebilir. Kalp, büyük damarlar, kafa yapısı ve böbreğe dair anormal görünüm ultrasonografi görüntülemesi sırasında ilgili hekim tarafından tespit edilebilir.

Bu rahatsızlığa sahip bireylerin zekası genel olarak normaldir fakat eşlik edebilecek çeşitli nörobilişsel problemlere bağlı olarak öğrenme, hesaplama ve hafıza ile ilgili problemler ortaya çıkabilir.

Ergenlik dönemi yaş grubunda bulunan kızlarda Turner sendromu varlığında ergenlik dönemi ile ilgili belirtiler oluşmaz ve adet görememe şikayeti ortaya çıkar. Yumurtalıkların gelişmemiş olarak tespit edilmesi bu rahatsızlık için karakteristik bir bulgudur. Yumurtalıklarda olması gereken yumurta folikülleri tespit edilemez ve bu üreme organının genel olarak bağ dokudan meydana geldiği tespit edilir. 

Turner sendromuna sahip bireylerde kalp ve damar sistemi ile ilgili anormallikler yaşamın devam ettirilmesi hususunda önemli bir risk faktörüdür. Büyük damarlar ve bu damarların kapakları ile ilgili problemler Turner sendromu olan bireylerin yaşamını tehdit edebileceği için, damar rahatsızlıklarının tespit edilmeleri önem arz eder.

İşitme ile ilgili problemler ve uzun süreli devam eden orta kulak iltihabı bu hastalığa sahip kişilerde en sık görülen belirtilerdendir. Bu problemlere ilave olarak boşaltım sisteminin temel organı olan böbrekler ile ilgili anormalliklere de Turner sendromunda sık olarak rastlanmaktadır.

Bağışıklık sisteminin kendi hücre ve dokularına karşı antikor ürettiği durumlar otoimmün rahatsızlıklar olarak ifade edilir. Turner sendromunda çölyak hastalığı, otoimmün tiroid hastalığı ve inflamatuvar bağırsak hastalıkları gibi rahatsızlıklara karşı yatkınlık oluşabilir.

Turner Sendromu Teşhis ve Tedavisi

Doğum öncesi dönemde gerçekleştirilecek koryonik vilus örneklemesi ve amniosentez gibi yöntemlerle alınan örneklerden bebeğin genetik yapısında bir anormalliğin olup olmadığona dair inceleme yapılabilir. Bu yöntemler kullanılarak Turner sendromuna sahip bebekler daha anne karnındayken tespit edilebilir.

Bebeğin genetik yapısının incelenmesine ek olarak doğuma yakın dönemde yapılan ultrasonografi takiplerinde tespit edilen anormal bulgular bu rahatsızlığa işaret ediyor olabilir. Turner sendromuna dair şüpheli bulguların varlığında bebeğin doğumundan sonra genetik yapısının incelenmesi ile bu hastalığın tanısı gerçekleştirilir.

Büyük kız çocuklarda bu rahatsızlık mevcut ise ergenliğe geçiş ve adet görmede problemler meydana gelir. Üreme fonksiyonları ile ilgili hormonların düzeyinin tespitine yönelik olarak yapılan biyokimyasal analizlerde FSH hormon düzeyi yükselmiş olarak tespit edilebilir.

Turner sendromu olan kız çocuklarının boyları kısa olma eğilimindedir. Hastalığın büyüme hormonları ile ilgili herhangi bir eksikliğe neden olmamasına rağmen bu hastalığa sahip kız çocuklarının akranlarına göre uzunlukları %5 azdır. Böyle bir durum ortaya çıktığında başlanacak büyüme hormonu tedavileri ile bu soruna kalıcı bir çözüm getirilebilir. Bu problemin gelişimine yönelik olarak herhangi bir müdahale gerçekleştirilmezse bu kişiler potansiyel boylarına göre yaklaşık olarak 20 santimetre daha kısa bir boya sahip olurlar.

Bu kişilerde gelişen kalp ile ilgili problemlerin tespitine yönelik olarak EKG, EKO ve MRI (manyetik rezonans görüntüleme) tanı yöntemleri kullanılabilir. EKG bulguları arasında kalp ritminde bozukluk saptanan hastalarda bu probleme yönelik olarak kalp ritmi düzenleyici ilaçlar ilgili hekim tarafından reçetelendirilebilir.

Dolaşım sistemi ile ilgili problemlere ek olarak bu sendrom içerisinde işitme problemleri de bulunabileceği için Turner sendromu ile dünyaya gelen bireylerin yaşamları boyunca düzenli işitme kontrollerinden geçmeleri önerilir.

Referans:

https://www.sciencedirect.com/topics/veterinary-science-and-veterinary-medicine/follicle-stimulating-hormone

https://www.medicalnewstoday.com/articles/317746

İlginizi çekebilecek en taze yazılar

8 Yaşındaki Çocuğa Nasıl Davranmalı

8 yaşındaki çocuğunuz hala sizinle bir aile olarak vakit geçirmek konusunda istekli bir yaştadır. Bu…

3 sene ago

Çocuklarda Gömük Pipi Nedir? Gömük Penis Tedavisi

Hamilelik dönemini başarıyla atlattıktan sonra nihayet bebeğinizi kucağınıza aldınız. Şimdi ise tek odak noktanız bebeğinizin…

3 sene ago

Sohbeti İlerletmek İçin Çocuklara Sorulacak Sorular

Bazı çocuk soruları, çocuğunuzu yakından tanıyarak hoşlandığı şeyleri öğrenmenize ve çocuğunuzla iletişim kurmanızı sağlar. İşte…

3 sene ago

En İyi Pişik Kremi Tavsiyeleri

Bebeklerde çoğunlukla bez kullanımından kaynaklı olarak ortaya çıkan pişik problemi için anne ve babalar en…

3 sene ago

Rahim Ağzı Kanseri Nedir? Belirtileri ve Tedavisi

Rahim ağzı kanseri, kadınlarda oldukça yaygın şekilde görülen ancak aşı ile önlenebilen nadir kanser türlerinden…

3 sene ago

Ergenliğe Giren Erkek Çocuğa Ne Anlatılır?

Anne babaların çocukları ile ilgili merak ettikleri konuların başında ergenlik dönemi gelir. Ergenlik çocukluktan erişkinliğe…

3 sene ago